24 Kasım 2012 Cumartesi

Alma Elisabet'in ahını çıkarır aheste aheste?

Ingmar Bergman'ın 1966 yapımlı muhteşem filmi Persona tam da ancak sinema sanatının meydana getirebileceği bir tecrübeyi ortaya koyuyor. 

Filmi muhteşem yapan bu etki her izleyenin kendine göre yorumlayabileceği, çözümleyebileceği ve kendi persona'sına göre "haklı" olacağı nadide bir kurgu yapıya ve bu yapıyı kusursuzca destekleyen zamanının ötesinde dehada bir görselliğe sahip olmasından kaynaklanıyor. Bibi Andersson ve Liv Ullman'ın üstün performanslarıyla beraber film sinemayı sinema yapan en iyi işlerden biri haline geliyor.

...

--- spoiler ---



Persona bir yapboz olarak sunulmuştur ve ortaya çıkan büyük resim bambaşkadır her bir izleyici için

Biri der ki yazlıktaki Alma ("ruh") Elisabet'in kafasındaki kurmacadır, aslında hiç yazlığa bile gitmemişlerdir ve bu durum Elisabet'in kocası ile karşılaşmasında kendini iyice belli eder

diğeri der ki yazlıktaki Alma da Elisabet de gerçektir. Alma bu süreç içerisinde kendisi hakkında bilmediği birçok şeyi Elisabet'e içini dökerken, onun üzerinden yansıtarak öğrenmiştir

bir diğeri der ki yazlık aslında Alma'nın rüyasıdır

ve diğer n tane izleyen için n tane olasılık, n tane senaryo, n^n tane katman sunar bu akılalmaz güzellikteki film

Ve belki iki izleyen bu senaryolardan birinde anlaşır gibi olsa da yine her biri filmin başındaki ortasındaki sonundaki ayrıksı duran imge sekanslarını kendince bambaşka anlamlara büründürebilir ve Bergman bu konuda sizi tamamen özgür bırakır.




--- spoiler ---

...

Ağır bir filmdir ve belki gerçekten de herkesin izlemesine uygun değildir. Çocukluğumdan beri korku filmlerini eğlence amaçlı izleyen bünyemi ürpertmeyi başaran nadir filmlerden biri olmuştur. Hazır olmayan bünyeyi sarsabilecektir belki. Ama izlenecekse en azından ilk seferinde yalnız izlenmesi gerekir. Çünkü dediğim gibi bu kişiye özel bir deneyim olmalı.

...

İzledikten sonra gözümde zaten notu kırık olan David Lynch'i ve Mulholland Dr.'ı daha da değersizleştirdi. Lynch'i iyiden iyiye "mış gibi" yapan bi dolandırıcı olarak görüyorum desem yeri. Kimi "masum bir öykünme" hatta "bir saygı duruş" olarak niteleyecektir ama nazarımda bariz hırsızlık yapmıştır ve işin beteri bunu oldukça beceriksizce ve Bergman'ın bu filmde hiç bulaşmadığı şekilde izleyiciye gayet tepeden bakan bir biçimde yapmıştır. İyice kani oldum ki David Lynch ve peşinden koşturan avane kitlesi Ahmet Altan ve peşinden koşturan avane kitlesiyle feci benzeşiyor. Entelektüel gözükme çabasındaki ("mış gibi" yapan) eksik akıllı kitleler ve peşinden koşturdukları ancak eksik akıllı kifayetsizlerce yüceltilebilecek binbir falsolu adamcıklar

26 Haziran 2012 Salı

Kurmaca Beyaz Saray'ın 1999'daki Suriye Füze Krizi


yapım: The West Wing
İlk sezonun henüz daha ikinci ve üçüncü bölümleri
  • Post Hoc, Ergo Propter Hoc (Bundan Sonra, Öyleyse Bundan Ötürü)
ve
  • A Proportional Response (Orantılı Bir Misilleme)

yayın tarihi: Eylül ve Ekim 1999 

olay:  Ürdün'deki eğitim hastahanesine personel taşımakta olan Amerikan Hava Kuvvetleri'ne ait bir uçak üzerindeki 58 personel ile beraber havada infilak eder.

Uydu kayıtlarının uçağın bir roketatar füzesiyle vurulduğunu ortaya çıkarmasının hemen ardından köktendinci bir terörist grubu olayı üstlenir.

Fakat toplanan istihbarat bilgileri yadsınamaz biçimde işin aslının başka olduğunu ortaya koyar: uçağın vurulması emrini veren bizzat Suriye Savunma Bakanlığı'dır.

Olay dizideki ABD başkanı Jed Bartlet için kişisel bir hal almıştır ve bu durum başkanın Suriye'ye ne tür bir  misilleme yapılması gerektiği konusunda iyiden iyiye ikilemde kalmasına yol açar..
(ayrıntıları ve devamı videolarda)


Türkçe altyazılı ilk bölüm:


Türkçe altyazılı ikinci bölüm:


Türkçe altyazılı üçüncü ve son bölüm:



not: Çeviriler biraz aceleye geldi. Üstüne bir de videoya altyazı ekleme programlarıyla ilk defa cebelleştiğim için problemler gani oldu. Altyazılarda [ ğ,ı,ş ] karakterleri tamamen kayboldular. Şam'lar oldu Sam vs..

29 Mayıs 2012 Salı

ABD'nin sosyokültürel durumlarının güncel vaziyeti


Kim Kardashian'ın IMDB biyografisinin avukatları devreye girip kaldırtmadan önceki hali:


"
Kim Kardashian, yeni binyılın ilk iki onyılı içinde Amerikan kültüründeki sığlığın sembolü oldu. Bazı kültürel eleştirmenler onu "ünlü olduğu için ünlü olan" sahte ünlü kitlenin yegane avatarı diye tanımlarken, o ve Paris Hilton seks kasetini internete salarak şöhrete kavuşan ve bunun getirdiği reklamı açıkgözlülükle sömüren yeni ünlüler kervanının üyeleri.
...

Porno duayeni Harry Reems, Jenna Jameson gibi porno yıldızlarının artık genel kültüre ne kadar kolay kabul edildiklerine şaşırdığını belirtti. Kendisinin hayatı pornonun "altın yıllar"ının merkezinde yer aldığı için mahvolmuştu. Halbuki Paris Hilton ve Kim Kardashian’ın seks kasetleri medya tarafından utançla değil kutlamayla karşılandı.

Antik Roma gibi ABD de artık erdemin ahlaki bobininden kayıp fırlamış bir imparatorluk gibi şimdi emperyal vaziyetinin keyfini kepaze alemlerde çıkarıyor. E ne de olsa aşağıya doğru serbest düşüş, yukarı doğru zorlu tırmanışa kıyasla her daim daha eğlencelidir
...

15 trilyon dolarlık bütçe açığının ve "Büyük Ekonomik Resesyon"un çözümü için ne Demokrat Partide ne Cumhuriyetçi Partide hiçbir ciddi plan olmamasının gölgesinde Kim Kardashian, 2012’de ikinci defa davet edildiği yıllık geleneksel Beyaz Saray Muhabirleri Derneği Yemeğine katıldı ve yemekte sadece sunucu Jimmy Kimmel tarafından değil, ABD başkanı Barack Obama tarafından da neşe içinde şakalarda anıldı. Kardashian’ın ününün çekilmesinden 4 yıl sonra Şubat 2007’de “sızdırılan” seks kasedine (ki karşılığında daha sonra Vivid Entertainment’dan 5 milyon dolar aldı) dayanması Washington'da ve ABD’nin geri kalanındaki sosyo-ekonomik-kültürel göçüşü etraflıca yansıtan bir metafor.
.."

Yazan Jon C. Hopwood'u, her nerede yaşıyor veya yaşatılıyorsa, canı gönülden kutluyorum 

••••••••••

ve ABD TV'sinin son durumu: bizdeki "Yeteneksizsiniz Türkiye"nin ABD versiyonunda, "yeteneğim hayalarım parçalanırken gıkımı çıkarmamak" diyerek jüriden alkışlar arasında 3'te 3 onay alan yarışmacı, kült film "Idiocracy"nin 2505'de gerçekleşecek kehanetini filmin yapımından henüz daha 7 yıl geçmişken gerçek kıldı

••••••••••

Eddie Izzard'ın öngördüğü gibi, Roma İmparatorluğu'nun son demlerindeki kanlı arena dövüşlerinin ardından seyircilerin gidip rahatladıkları kusumhanelerin, devletin en önde gelenlerinin katıldığı "executive" alemlerin .. tekrar peydahlanıp normalleşmesi de çok uzak durmuyor bu hızla


••••••••••

neyse ki ABD'nin kurucu babaları işin bu vaziyete gelebileceğini ta 1791'de kestirip ABD Anayasası'nın ikinci ek maddesiyle (second amendment) vatandaşa durumdan vazife çıkarıp silaha sarılabilme özgürlüğü vermişler(!)


26 Mayıs 2012 Cumartesi

The West Wing, Müsteşarlar ve Obama


 (and now for something completely different..)

The West Wing izlemiş olanlar gayet iyi bilir; dizinin [alternatif] Beyaz Saray'ında Beyaz Saray Müsteşarı (The White House Chief of Staff) Leo McGarry başkan Josiah Bartlet'ın sağ koludur tam anlamıyla. Aslında Bartlet'ı başkanlığa adaylığını koyması için ikna eden bizzat Leo'nun kendisidir. Ve Leo'nun titizlikle seçtiği ekip sayesinde başkanlık kampanyası zaferle sonuçlanmıştır. İki eski dost beraber başkoydukları bu yolda, Beyaz Saray'da da aralarından su sızdırmadan müthiş ikili vaziyetinde yürümeye devam ederler..

Amerikan Başkanı ile Müsteşarı arasındaki bu dinamiği görmek, kendi adıma, ilk başta şaşırtıcı oldu. Mesela Amerikan başkanıyla bizzat kendi seçtiği başkan yardımcısının arasının zaman içinde limoni olabileceğini biliyordum, diğer bir efsane (ve yine bir o kadar da Amerikan propagandası olan) dizimiz 24 sağolsun. Fakat bu ilişkinin The West Wing'in daha ilk bölümlerinde hissettirildiği kadar açıkça hasmane olabileceğini düşünmüyordum. Ve başkan yardımcısının dolduramadığı bu sağ kol ihtiyacının Beyaz Saray Müsteşarı tarafından doldurulabileceğini de.

Nihayetinde medyada kimin yüzü daha çok gözükürse algımız rolü ona veriyor. Başkan/Başbakan yardımcıları ortalığı demeç bombardımanına tutup manşetlerden inmezken arka planda kalan müsteşarların adı bile bilinmez çoğu zaman. Bu durumun ABD'de son zamanlardaki yegane istisnası Rahm Emanuel olmuştu (ayrıntıları aşağıda)

Lakin gerçekteki vaziyet The West Wing'deki dinamikle pek örtüşmüyor. Başkan adayı beraber seçime gireceği başkan yardımcısı adayını belirlerken genelde onun şu iki görevden birini üstleneceğine emin olarak seçimini yapıyor:
  • "Bir-bilen" başkan yardımcısı : işler sıkıştığında başkanın görevlerinin bir kısmını üstlenip ona omuz çıkabilecek, başkana akıl verebilecek yeterlilikte ve güvenilirlikte biri
  • Soytarı başkan yardımcısı : ortalıkta dolaşıp boş konuşarak, saçmalayarak şimşekleri başkanın üzerinden kendine çekebilecek, yeterlilikten yoksun biri

Misal, Joe Biden tam olarak ikinci kategoriye göre seçilmiş bir başkan yardımcısı. Gaf üstüne gaf yaparken Obama'nın "bakın iyi okullarda okumuş beyaz adamların arasından da böyle salaklar çıkabiliyor; ülkeyi benim yerime böyle birine de emanet edebilirdiniz" mesajı vermesine yardımcı oluyor.


Seçimi John Mccain kazansaydı bu sefer de Sarah Palin soytarı başkan yardımcısı rolünü üstlenecekti.


George W. Bush'un yardımcısı sith lordu Dick Chenney ise "bir-bilen" yardımcılığının doruk noktasıydı. Hatta benim de katıldığım kanıya göre Bush yönetiminde ipler daha çok derin ve karanlık adam Chenney'in elindeydi.


Kaldı ki geçmişten bugüne Beyaz Saray Müsteşarlarının listesine baktığımızda, Bartlet-Mcgarry ikilisinin "anca beraber kanca beraber" durumunun aksine, genel itibariyle müsteşarların aslında gayet kolay harcanabilir oldukları görülüyor. Neredeyse her iki yılda bir el değiştirmiş bu görev.

İlginç olan Barack Obama dönemine gelince bu görev sürelerinin çok daha kısalması.
Obama döneminde şimdiye kadar görev yapan Beyaz Saray Müsteşarlarının listesi


Yukarıdan Aşağıya:
Rahm Emanuel,
Josh Lyman
ve Ari Gold
Obama göreve başladığı 2009 yılından itibaren üç yılda üç müsteşar eskitti, şu an dördüncüsüyle çalışmakta.

Yukarıda ismini andığım Rahm Emanuel bunların ilkiydi. Yırtıcılıkta, Hollywood'da menajerlik yapan ve Entourage'ı zirveye taşıyan karakter Ari Gold'un ilham kaynağı olan kardeşi Ari Emanuel'i aratmayan Rahm Emanuel "Rahmbo" lakabıyla tanınır. İlk olarak 1993-1998 yılları arasında Bill Clinton'ın başdanışmanlığı göreviyle isim yaptı. Öyle ki, The West Wing'in en öne çıkan karakteri Bartlet'ın başdanışmanlarından Josh Lyman'ın, Rahm Emanuel'in dizideki karşılığı olduğuna dair yaygın bir inanış mevcut.

Başdanışmanken yaptıklarına dair tonla şehir efsaneleri ortalıkta dolaşmakta olan Rahm Emanuel, Obama tarafından Beyaz Saray Müsteşarlığı'yla görevlendirilince hayli sükse yapmıştı. Göreve başlar başlamaz yine yeni şehir efsaneleri türedi (blog dedikodu sütununa dönmesin diye hikayeleri pas geçiyorum).

Obama başkanlık koltuğunda hafiften eskimeye başlayınca işin rengi değişti. ABD'deki ekonomik kriz düzeleceğine daha da derinleşiyordu ve Obama'nın performansı da buna pek yardımcı olmuyordu. Büyük değişim ve umut vaatleriyle iktidara gelen başkan, zaman içerisinde verdiği sözlerden ödün üstüne ödün vererek gittikçe ortayolcu bir tutum takındı. Artık ne kendisine diş bilemekte olan cumhuriyetçilere yaranabiliyordu, ne de kendisinden büyük beklentileri olan demokratlara. Obama yönetiminin gemisi su alıyordu ve pek çok kişi gemi batmadan kendini kurtarma gayretine düştü. Yönetimin henüz ikinci yıl dolmadan pek çok isim görevlerinden istifa ettiler.

Rahm Emanuel de daha ikinci yılını doldurmadan görevi bırakanlar kervanına katıldı. Neyse ki mazereti sağlamdı. Chicago belediye başkanlığına adaylığını koyacaktı. Koydu ve seçimi kazandı.

Emanuel'in ardından müsteşarlık görevini geçici olarak Pete Rouse üstlendi. Yerini William M. Daley'e bıraktı. Ancak o da kısa zamanda memleketi Chicago'ya geri dönmenin yollarını aramaya başladı. Yine de görevine yeni başkanlık seçimlerinin ertesine kadar devam etme niyetinde olduğunu belirten Daley sözünde duramadı. Ocak 2012'de o da istifa etti ve yerini şimdiki müsteşar Jacob Lew'e bıraktı. Böylece Obama sekiz yılda en fazla dört müsteşar değiştiren haleflerinin aksine daha üçüncü yılında dördüncü müsteşarıyla el sıkışmış oldu.


Daley görevini Lew'e devrederken bazı yorumcular bu durumun Beyaz Saray'daki kaosu iyiden iyiye gözler önüne serdiğini düşünüyor




20 Mayıs 2012 Pazar

"(Her fart) was so loud it woke the dog up"



from Good Will Hunting (1997) 
Dr. Sean reminds Will the little idiosyncrasies that make love so real and so good


The Godfather is the I Ching



the scene from You've Got Mail (1998) where Joe teaches Kathleen sage business advices a-la-the-Godfather 

The Avengers: iyiydi hoştu lakin pek boştu


The Avengers, daha öngösterimlerinde aldığı oylarla beraber hemen IMDB’nin en iyi 250 filmi arasına girince beklentiler tavan yaptı. Sadece alelade seyirciler değil, kritikler de genelde filmden övgüyle bahsediyorlardı. Hal böyleyken filme dair “fırsat olursa gideriz” olan hissiyat ivedilikle “mutlaka görmek gerek!”e dönüştü tabi.

Ve filmden alınabilecek hiç bir zevkten mahrum kalınmamalıydı. Nethekim ödevleri yapmak gerekiyordu. Filmin ödevi çoktu. Yanlış bilmiyorsam bu ödevlerin tümünü aralıksız izlemesi yedi buçuk saatten fazla sürüyor

Iron Man, Iron Man 2, The Incredible Hulk, Captain America ve Thor filmleriydi ödevim ve ben ilk dördünü evvelden izleyip bitirmiştim ne mutlu ki. Bir tek Thor kalmıştı izlemediğim. Kalamazdı. Filmden azami zevk almak gerekiyordu. İnternetler sağolsun onu da izledik bir gece vakti, eksiğimiz gediğimiz kalmadı. Ödevler bitmis, sıra karne almaya gelmişti

Gelgelelim karnemin bana olan mükafatı tüm yaz dağ bayır demeden coşkuyla sürülecek bir bisiklet değil de okuldan eve dönerken yol üstündeki dondurmacıdan alınan, hızla miğdeye indirilip, 2 saat sonra tadı bile hatırlanmayan bir dondurma ayarında oldu

The Avengers’i gördüğüme pişman mıyım? Tabi ki değilim. Gayet de eğlenceli bir seyirlikti. “Güldük eğlendik”. Senaryosu oldukça tutarlıydı, gediksizdi. Aksiyonu doyurucuydu. 3D mevzusu da gayet iyiydi. 3D film bileti için ekstra ücret ödeyip filmi filtreler arkasından seyrettiğime değdi; ki evet daha önceki pekçok 3D rezaletinin ardından hafife alınabilecek bir başarı değil.


Peki benim sorunum ne ahbap? Sorunum sorum şu dostum: eee?

Eee’si yok işte. Bu kadar. The Avengers’ın bu genelgeçer övgülerin üzerine eklenecek başka hiçbir niteliği yok ne yazık ki. Olur da ileride çok sıkıldığım çok boş olduğum bir an çat diye karşıma çıkmadıktan sonra tekrar izlemeye itecek hiçbir özelliği yok

Senaryo? Fazlasıyla yüzeysel, derinlik namevcut. Gayet sürprissiz ve yaratıcılıktan uzak bir şekilde aktı gitti film boyu.

Oyunculuklar? “eh işte”den yukarı çıkabileni yoktu.

Görsellik? Orijinal bir tarafı yoktu.

Müzik? Filmde müzik mi vardı? Hiç farketmemişim..

Kaldı ki ödevi (lead-in) olan filmlerden Iron Man’ler, özellikle de ilk Iron Man, bile The Avengers’dan çok daha iyi işlerdi. Aslında “bile” çok yanlış bir kelime tercihi burada. Her ne kadar durum itibariyle The Avengers’ın ödevi konumunda olsa da Iron Man başlı başına kalifiye, tekrar tekrar seyredilebilirliği olan film gibi bir film. The Avengers’ı ise 5 yıl sonra pek kimse hatırlamayacak

Bu filmi IMDB TOP 250 listesine sokabilen çoğunlukla (her ne kadarı stüdyolar tarafından kiralanmış “oycu”lar ve iyi filmin i’sinden habersiz çoluk çocuk olsalar da) aynı dönemde aynı filmleri seyrettiğim ve onların görüşü geçer akçe olduğu için sinirlenmiyorum desem yalan olur, çook yalan olur. Ve bu çoluk çocuk bu filmi yere göğe sığdıramazken; olur da Godfather gibi bir sinema mucizesinin adını anarsanız onun ne kadar kötü ne kadar sıkıcı bir film olduğundan, sadece kendilerinin değil “ark”larının hiçbirinin de görmeye dayanamadığından vs.. bahsediyorlar. İnsan 30una gelmeden nasıl huysuz ihtiyara dönüşürmüş bizzat tecrübe ediyorum